30 Aralık 2010 Perşembe

L'oreal Saç Boyası

Gönderen Özge zaman: 00:20 0 yorum
İlk defa tek başıma saçlarımı boyadım bugün.
Önceden kuaföre gidiyordum hep, son zamanlarda 1-2defa da annem veya orhun yardım etmişti de öyle boyamıştım.

İlk önce koleston mudur nedir ona iyi dedikleri için ondan bir renk seçip yapıyordum, bir defa da garnier denedim çok kullanışsız ve zordu.

Bu defa onu bunu dinleme en pahalısı en iyisidir mantığı ile gittim L'oreal aldım. Benim gibi saç-makyaj gibi konularda beceriksizlikte sınır tanımayanların bile kolay kullanabileceği bir paket hazırlamışlar.

İçinde neye ihtiyacınız varsa yer alıyor zaten.

Öncesinde bir krem sürüyorsunuz saçınıza,
Sonra boyayı karıştırıp tüpün ucuna tarak gibi bir şey takıyorsunuz ve saçlarınızı tarar gibi sürüyorsunuz boyayı,
Sonra da zaten duruladıktan sonra saç kremi sürüp 1-2dk bekletip yine yıkıyorsunuz.

Sonuç ışıl ışıl ve yumuşacık saçlar!

Boşuna öyle kuaföre gidecek vakit bulmaya çalıştığınıza değmez. Ben bu ara hiç vakit bulamıyorum, iş çıkışı bulduğum vakti de kuaför yerine sevgili ve duck ile geçirmek istiyorum.

Bu anlattığım işlemleri diğer saç boyalarıyla da yapabiliyorsunuzdur tabi ama ucu tarak şeklinde olan tüp inanılmaz kolay ve L'oreâl'i benim için artık diğerlerinden ayıran en önemli özelliği kötü kokmuyor ve gözleriniz genziniz saç deriniz dahil hiçbir yerinizi yakmıyor olması.

Özellikle alerjik astımlı biri olarak saç boyarken-boyatırken en korktuğum şeylerden biriydi astım krizimin tutabilecek olması.

Çok sevdim ben bu boyayı-işi. :)

Daha hafif, çok çok daha iyi bildiğiniz markalar varsa paylaşın lütfeen :)

Evde boyamak eğlenceli gelmeye başladı. Ev düşkünü oldum bu aralar, herşeyimi kendim yapayım, evde yapayım istiyorum.

Ama akşam 8de gelince her güne en fala yapacak 1 şey sığdırabiliyorum şimdilik. Dr oetker'in yılbaşı kurabiyesinden almıştım onu bile yapamadım, yarına artık..
 :)

19 Aralık 2010 Pazar

Çikolata ve Püf Noktaları

Gönderen Özge zaman: 21:23 2 yorum
Dün Yaman'ın bana aylar önce yakala.co dan aldığı hediyeyi değerlendirme fırsatı bulup Chef's İstanbul'a çikolata yapmaya gittim.

Hayatimda en eğlendiğim anlardandı sanırım. Tanımadığımız insanlarla birlikte oturmuşuz, heryerimiz çikolata içinde ve çok mutluyuz! :)) Garip bir duygu. :)

Bunlar da Notlarım:

Öncelikle iyi bir çikolata için;
1) Kaliteli bir Kuvertür'e ihtiyaç varmış. Kuvertür içinde bitkisel yağ bulunmayan, fabrikadan çıkan ham çikolata.. Bize öğreten Mustafa Bey Melodi ve Elit marka Kuvertürleri tasiye ediyormuş. Temin etmek için ise Eminönü'nü tavsiye etti.. Veya Chef's İstanbul'da da satılıyormuş diğer online satış siteleri de olabileceği gibi..

Ev çikolatası dışında satın aldığımız tüm çikolatalarda Kuvertür'e ek olarak Kokolin veya Konfiseri adında maddeler bulunurmuş. Ticaret yapacak olan kişilere de koymasını tavsiye etti. Çünkü türk tüketicileri zaten bunun tadına alışmış ve maliyeti düşüren, müşterilerin de tadına alıştığından tercih edebilecekleri, çikolatayı parlatan ve raf ömrünü uzatan bir ürünmüş. %80 Kuvertür - %20 Kokolin şeklinde yapabilirmişiz. Piyasada yediğimiz en kaliteli diye geçen çikolatalarda bile bu oranda bir Kokolin varmış.
Yine ticaret yapacaklar için Kokolin katmalarının nedeni için raf ömrünün uzaması, ucuz olduğundan maliyeti düşürmesi ve içindeki yağ oranı yüksek olduğundan çabuk donduğu ve seri üretimi sağladığından bahsetti.

Ve de "Ben olsam içine Kokolin katılmış çikolata alıp yiyeceğime , hiç çikolata yapmayacak bile olsam gidip Kuvertür alıp en azından katkısız çikolata yemiş olurum" dedi. Diğer bilgileri de öğrenince insan hak veriyor tabi.. Yaşasın Kuvertür dedik öyleyse.. :)

2) Kaliteli bir Kuvertür'den sonra,  Bain-Marie (Benmari) usulü eritmeyi, çikolata şartlarına uygun bir şekilde yapmak önemliymiş. Çikolata ateşle temas ettiği an yanan hassas bir karışımmış. Aynı şekilde Benmari deki suyun miktarı ve sıcaklığı bile çikolatanın kalitesini etkileyebilirmiş.

Bu nedenle;
  • Alt kaptaki su miktarı yarım cm kadar az olmalı,
  • Su kaynadıktan ve üst kaptaki Kuvertür'ün 4te3 ü eridikten sonra suyun altı kapatılmalı (yoksa yanıyor)
  • Doğru temperleme yapılmalıdır (yani karıştırarak ısı geçişini sağlama) Erimeden kalan Kuvertür'ler karıştırılarak eritilmeli fakat karıştırma işlemi tamamen kabın dibinden yapılmalı yoksa çikolatanın bağları kopuyor ve bütünlüğü sağlanmıyormuş. Yani öyle kaşığı çorba karıştırır gibi yukardan aşağı sıvı çikolatayı akıtarak karıştırmıyoruz kesinlikle :)
  • Silikon kaşıkla Cam ya da plastik kapta eritmek yine çikolatanın kalitesi açısından daha iyiymiş.
3)Benmari de doğru şekilde yapıldıktan sonra Kuvertürün doğru eritilip doğru soğutulup şekillendirilmesi kalıyor. Sıcaklık normalde çikolata sıcaklık ölçer aletleriyle ölçülüyor fakat bunlar min 300-400tl imiş, evlerde bu yöntem yerine anne yöntemi ile doğru sıcaklık elde edilebilirmiş.
En başta 41-42 derecelerdeyken, elle temperleme yaparak 28-30 dereceye düşürmemiz gerekiyor. 28-29 dereceyi de bebeğe verilebilecek kıvama gelmiş bebek maması kıvamı ile anlayabilirmişiz. Dudağımızın ucuna veya bileğimize damlattığımızda yakmayacak - ılık olacak şekilde.

Çikolata yapımında doğru sıcaklıkta doğru işlemi gerçekleştirmek sonuçta elde edeceğimiz çikolatanın kalitesini etkileyen en önemli etkenlerden biriymiş çünkü çikolata yapısı itibari ile nem ve sıcaklıktan en etkilenen şeylerden biri imiş :)

Yine ticari olarak düşünüp çikolata derecesi alanlar için Benmari de sıcaklığı düşürmeye başlayacağımız ölçüler;
  • Beyaz çikolata 40-41 C
  • Sütlü çikolata 41-42 C
  • Bitter çikolatada ise 42-45 C
olmalı imiş.

Çikolata yapımında yığınla terimden bir tanesi ise Ganaj.  Ganaj iç dolguya verilen isim. Biz hazırladığımız kalıp çikolatalarda kullandık.

Ganaj benmari ile erittiğimiz çikolatanın krema ile karıştırılmış haline deniyor. Krema ocakta kaynatılıyor, sonra ocaktan alınıp içine elimizle parçaladığımız Kuvertür katılıyor ve yine karıştırma işlemi ile kuvertür eritiliyor. Bunun için yine kuvertür kaliteli olmalı ve krema da yoğun kıvamlı kaliteli bir krema olmalı. Evde yiyeceğimiz ganajlı çikolatalar için SEK, Tikveşli gibi markalar kullanabilirmişiz. Pınar son zamanlarda çok sulu imiş bu nedenle kullanmayın dedi.

Ganaj'ın karışımının dünya standartlarına göre içeriği 1e 2 ölçü imiş. (100gr krema için 200 gr çikolata gibi..) Ama biz yine kendi isteğimize göre daha akışkan, daha sıvı seviyorsak 1e1 de kullanabiliriz evde..

Ganaj hazırlandıktan sonra istersek sade istersek de aromalı yapabiliyoruz.
Nane likörü çikolatanın bütün tadını aldığı için tercih edilmiyor ama bitter çikolata ile vişne veya ahududu güzel gidiyor :)

Vişne likörü aromalı ganajımıza meyve parçacıkları da katmak istersek 1 kavanoza aynen turşu gibi koyacağımız vişnelerin üzerine vişne likörünü koyup 1 gece likörün içinde bekletirsek bu likörlü vişneleri ganajımıza ekleyebiliriz. Tabi çok iyi süzmek şartıyla..
Bir de kivi, portakal gibi asitli meyveler bu şekilde kullanılmamalı, yine çikolatanın yapısını bozdukları için..

Normal el yapımı çikolatalar max 1 haftada tüketilmeliymiş. Fakat böyle içinde gerçek meyve taneli ganaja sahip çikolatalar 2-3 günde tüketilmeli. Çikolata bozulmazmış, kurtlanırmış! :)

Ganaj'ı pastacılıkta kaplama için kullanacaksak, daha parlak ve donabilir olması için içine tereyağ eklememiz gerekliymiş.

Ganaja aroma eklemek için Dr Oetker'in esansları , starbuckslarda satılan fındık şurubu gibi şuruplar katabilirmişiz. Yalnız esans katıcaksak çok etkili oldukları için damlalarla koymamız gerekiyormuş. Biz orda yine eminönünden temin edebileceğimz WO marka aromalar kullandık.
Yaklaşık 200grlık tüplere ganajı doldurduktan sonra içlerine aromaları damlattık. Tüp şeklinde dar uzun olması ganajın içinde aromanın kokusunun kalmasına yardımcı olduğundan, uçuşmaması için geniş ağızlı kaplarda yapmamak gerekiyormuş.

Biz 200gr ganaj'a 6 damla karamel, başka bir sade ganaja 5 damla portakal, bir diğerine 4 damla fındık koyduk. Etkisi fazla aromalara az damla :) Likör gibi çok sıvı şeyleri kapakla koyuyormuşuz. Ahududu likörünü 6 kapak koyduk.

Ganajın üstüne 1 kat daha kaplama çikolatası yapacağımız için tadına baktığımızda aa az mı acaba bu aroma dediğimiz an bir damla daha eklememiz gerektiğini, çok mu oldu aroması acaba dediğimizde doğru yolda olduğumuzu söyledi :))

Biz kurs boyunca Kalıpla yapılabilen içi dolgulu çikolata, Roches ve Truffle gibi çeşitlerini öğrendik.
Kalıplı çikolatada kullanılan kalıp için bir sürü püf noktası var fakat onu yapımını anlatırken yazıcam, şimdilik kalıbı nasıl temizlememiz gerektiğini anlatayım;

Kalıbı ilk aldığımızda (yine eminönü, tantitoni veya bu gittiğim kursun kendi sitesinden temin edebilirsiniz) eczaneden alacağınız etil alkolü pamuğa sürüp kalıbın aralarını tek tek alkollü pamukla silebilirsiniz. Kullandıktan sonra bulaşık makinasında yıkanması tavsiye edilmiyor çünkü kalıbı alırsanız göreceksiniz içinin kaygan bir yapısı var ve bu yapı bozulur veya çizilirse hem çikolatanız istediğiniz gibi olmaz hem de çizik oluşmuşsa yapışıp kalıptan çıkmayabilir. Bu nedenle ya kakao yağıyla temizleyeceksiniz ya yine biraz pamukla sileceksiniz ama göreceksiniz ki hiç temizlemeye bile gerek kalmıyor, içi zaten kakao yağıyla dolduğu için çikolata kalıptan çıkınca tertemiz oluyor.

Kalıplı çikolata yaparken çikolatanın üstüne desen vermek istersek önce deseni yapıyoruz ilk kat olarak, sonra en az 10dk dolapta bekletip dondurduktan sonra diğer katlar yapılabilir.

Bir diğer püf ise Sıcak Çikolata konusunda! :)

Sıcak çikolatayı Ganaj ile yapabiliriz. Ganaj yaptıktan sonra üzerine kaynamış süt ilave edip içine istediğimiz aromayı da katabiliriz. Çok nefis oluyor! :))

Püfler ve başlangıç bilgileri bittikten sonra artık Kalıplı ve içi dolgulu, Roches ve Truffle'i anlatabilirim sanirim bir diğer postta :D

Vizesiz Gidilebilen Ülkeler

Gönderen Özge zaman: 20:17 0 yorum
Hürriyet bugün bir liste koymuş web sitesine,
türkiyenin vizesiz gidebildiği ülkelerin listesi.

Ben de kendime pratik bir not olsun diye ülke ülke yazayım dedim buraya, belki bir gün gideriz kim bilir.. :)

  1. Antigua ve Barbuda (Karayip denizinin doğusundaymış)
  2. Arjantin
  3. Arnavutluk
  4. Bahamalar
  5. Barbados
  6. Belize (Orta Amerika)
  7. Bolivya (Güney Amerika)
  8. Bosna Hersek
  9. Brezilya
  10. Ekvador (galapagos adaları da sınırları içerisindeymiş)
  11. El Salvador ( Orta Amerika)
  12. Fas
  13. Fiji
  14. Filipinler
  15. Guatemala
  16. Güney Afrika Cumhuriyeti
  17. Gürcistan
  18. Haiti
  19. Hırvatistan (bildiğim kadarıyla 2011de vize istemeye başlayacak)
  20. Honduras
  21. Hong Kong
  22. İran
  23. Jamaika
  24. Japonya
  25. Karadağ
  26. Katar
  27. Kazakistan
  28. Kırgızistan
  29. KKTC :)
  30. Kolombiya
  31. Güney Kore
  32. Kosova
  33. Kosta Rika
  34. Libya
  35. Lübnan
  36. Makau Özel İdare Bölgesi
  37. Makedonya
  38. Maldivler
  39. Malezya
  40. Mauritius
  41. Nikaragua
  42. Pakistan
  43. Palau Cumhuriyeti
  44. Paraguay
  45. Rusya
  46. St. Vincent - Grenadinler
  47. Singapur
  48. Solomon Adaları
  49. Sri Lanka
  50. Suriye
  51. Svaziland
  52. Şili
  53. Tacikistan
  54. Tanzanya
  55. Tayland
  56. Trinidad ve Tobago
  57. Tunus
  58. Tuvalu
  59. Uruguay
  60. Ürdün
  61. Venezuela
Bu liste benim için iyi oldu resmen :))
Eminim ben bir yerlere gidebilene kadar değişecektir ama Rusya'nın vize istemediğini bilmiyordum mesela ya da ismini bile duymadığım ama fotoğraflarına bayıldığım birkaç ülke çıktı, gerçi uzaklar ama olsun.

Dünyanın neresini görsek kardır! :))

Uykucularım

Gönderen Özge zaman: 07:14 0 yorum
Söylemesi ayıp,

bizim evin erkekleri uykucudur biraz :))

Yataktan kalktıım, kendime çay yaptım bilgisayarın başına oturdum ama Duck'ın babasının yanından,
dolayısı ile sıcak yatakta yorganın altından çıktığı yok.

Koca totolar, yan yana uyuyorlar :))
"Biz"i çok seviyorum :)

18 Aralık 2010 Cumartesi

Yaşasın İndirim Yaşasın Mudo

Gönderen Özge zaman: 22:52 0 yorum
Bugün bana aylardır almak isteyip de hiçbirinin üzerime olmaması nedeniyle alamadığımız kot pantolon sorununu halledelim ve alalım dedik.

Günlerden cumartesi, kesin heryer kalabalıktır mantığı ile en yakın alışveriş merkezi olan Meydan'a gittik herzamanki gibi..

Mudo.com.tr 'nin zaten sürekli müşterisiyim , e indirim de varmış baya, mudoya girelim ilk dedik, bi tane kazak beğenmiştim zaten online :)



Bir girdik içeri, indirim ki ne indirim. Ben elimde kotlar, araya kazak falan sıkıştırmış bir modda gittim soyunma kabinine. İçimden de öncekiler gibi olmaz inşallah, inşallah ilk giydiğim kot olur da artık denemek zorunda kalmam, amin inşallah gibi dualar ediyorum :))

Neyse ki bu defa işe yaradı, ilk giydiğim kot oldu! :))

Hem de yani dar paçalıymış ve ben onu dar paçalı değil diye seçtim güya, askıların arasından :)

Pantolonu giydim acaip rahat, bi de sarsın diye sanırım elastikti biraz,iyice de rahat olmuş ama o koca popom ve tombilik bacaklarim ortaya ciktiysa naparim diye kabinden çıkmaya korkuyorum resmen. Aynada bakıyorum, Allah allah, o kadar tombilik durmuyorum ama bu kabinlerdeki aynalar zaten ince gösteriyor hep sonra dışarı çıkınca maymun oluyorum diye kendi kendime söylenirken neyse Yaman'ı çağırdım ve çıktım dışarı korka korka..

- Ya sevgili bu da dar paçalıymış ama çok da rahat oldu ya, çok tombilik görünüyo muyum
+Oha olmuş işte, hatta zayıf bile göstermiş, otur bi bakiim
- (içimden eyvah şimdi oturunca bacaklarım patates gibi yayılacak falan diyerek oturdum) Ee?
+Rahat mı yani
- (oh bacaklarımın yayılmasını değil rahatlığı soruyormuş) acaip rahat ya, hatta hiç bu kadar rahat kot giymemiştim. Çok da ucuz zaten alalım bunu.

Ve diğerlerini de denedim tabi bu gazla, hepsi dar paçaymış ama belleri ilk giydiğimden acayip düşük ve benim koca popom eğilmeme bile gerek kalmadan olduğu gibi ortada durduğundan onları almadık.

Ben bu ucuzluk gazı ve giydiğim ilk kotun üstüme olması şerefiyle gömlek, kazak falan da denedim. Hepsi de oldular oley derken görevli bir kadın geldi.

Mudo kartla alırsanız 150 tllik alışverişinize 100tl ödüyorsunuz!

Oha süpermiş.
Kadın suratımızdaki ifadeden heyecanımızı çakıp hemen hesapladı ne kadar tutuyo bu beğendiğim kazak ve gömlekle bu pantolon 134, o zaman birşey daha seçin.
Tshirt aldık bir de hemen, hepsine 100 tl verip çıktık.
Çıkış ki o ne çıkış, kasa bizden sonra bir kuyruk oldu, dışarı çıkamadık! :))

Yaman bir de bundan kendine kar çıkarıp kolaya kaçıp bu da benden yılbaşı hediyesi olsun dedi, peki dedim sevindim. Bir sürü yılbaşı hediyem oldu! :))

Ben bu gazla almak istediğim çizmeleri veya çantayı ve de bir de hırka da alırım Mudo'dan.

I love Mudo! :))


Bu arada günlerdir çikolata notlarımı yazıp bitirmeye çalışıyordum ama kısmet bu postaymış :))

10 Aralık 2010 Cuma

Yağmur..

Gönderen Özge zaman: 11:39 2 yorum
Günlerce süren güneşli havanın sonu soğuk ve yağmur.
Ne Duck zevk alıyor bu durumdan ne de ben gibi görünse de,
aslında soğuğun keyfi de başka evde olunca.

O radyatöre dayanmış yatıyor sıcak sıcak, ben çayımı yudumlayarak dinliyorum ve dinleniyorum;

http://www.twitvid.com/TJR83

11 Nisan 2010 Pazar

Hayat Datça'da Güzel..

Gönderen Özge zaman: 13:17 0 yorum
Az önce Atv'de Kazım Yılmaz ismini duyunca birden ben bu ismi bir yerden tanıyorum diye köpekler gibi kulaklarımı dikip dinledim ve hatırladım tabi..

Datça'nın eğitim gönüllüsü,
Bütün okullarını yaptırıp hepsine adını veren adam..

Orda çocuklar Kazım Yılmaz ilköğretim okuluyla başlıyorlar, Kazım Yılmaz Meslek Yüksek okulu ile bitiriyorlar..
Şimdi Anadolu Lisesi yaptırıyormuş, sonraki hedefi de eminim Üniversitedir, yakışır..

Dün gece uyumadan önce düşünüyordum Datça'yı..

Öyle çok özledim ki oranın rahatlığını, denizini, havasını, insanlarının o komik rahatlığını, umursamazlığını..

Ve de heryerden daha parlak olan renklerini.

Köpekler bile çok mutlu orda, grupları var.. Sabah 7de denize giriyorlar hepbirlikte sonra sahilde güneşin altında uyuyarak kuruyorlar.. Kimse kötü davranmıyor köpeklere, yollar hep su ve mama kaplarıyla dolu..

Okulları deniz kenarında,
çocuklar tenefüslerde ayaklarını denize sokup kumlarda koşturarak büyüyor. Zil çalınca ellerinde ayakkabılar, sınıfa koşturuyorlar..

Manavlar, kasaplar öğlenden sonra açılıyor.. Gececi herkes.

Liman zaten herkesin tek adresi. Minik minik cafeler, barlar. Yelkenliler..
Bakkalından manavına herkes ingilizce biliyor..

Çoğu kişi yabancı biriyle evli, gelip de datçaya hayran kalıp orda tanıştıklarıyla evlenen kadınlar, erkekler..

Böyle olunca çocuklar da sarı sarı yabancı, elma yanaklı tipler.

Hey gidi hey.
Adını bile bilmiyordum bundan 3-4sene önce.
Sonra sevgili sevdasına gittim ağlaya zırlaya, aşık oldum..

Limanda minik bir ev, evimiz..
Sonra Duck katıldı yanımıza.

Yaman kötü hatırlıyor orayı ilk şantiyesi olduğu için ama ben kötü herşeyi unutan saçma yönümle ordaki iyi şeyleri hatırlıyorum hep..

Duck'ın blogunda fazlasıyla datça fotoğrafı var aslında onun linkini ekleyeyim..
Yoksa daldıkça dalarım fotolara, bitmez bu blog.

http://duckthedog.blogspot.com/2010/02/duck-traveller.html

14 Şubat 2010 Pazar

Cheesecake

Gönderen Özge zaman: 09:13 0 yorum


Cheesecake!
Hayatımın tatlısı.
Amerikaya gitmek istememin tek nedeni!

Amerikalılar cheesecakei yapmasaymış ne yapardım tatlı konusunda hiç bir fikrim yok. Çok güzel tatlı şöyle böyle tatlı ama her yerde aynı güzellikte bulmak hayal tabiki de.

Köpük gibi yapanlar var, peynir yerine tatlı bir krema tadı olanlar var, alt kısmına yulaflı bisküvi koyanlar ya da orayı da pasta gibi yumuşak yapanlar var, üstünü soslamak yerine jöleyle kaplayanlar var, var da var..


Şimdiye kadar istanbulda yediğim en güzel cheesecake Pelit Pastanesi ninkilerdendi. Sadesi güzel olduğu kadar kestaneli, çikolatalı gibi çeşitleri de çok güzel.. Pelit dışında eski çalıştığım yerde tesadüfen bir öğlen arasında keşfettiğim akaretlerde Plaza Cafe'nin yanında küçücük bir yer olan Taste Barda da inanılmaz güzel yapıyorlar. Herşeyden öncesi taze oluyor, sossuz oluyor isterseniz sade yiyip o peynirli kremamsı kısmının tadına doyabiliyorsunuz..

Buralara her zaman gidemem, elimin altında bir yer olsun, ortalama güzellikte olsun derseniz de şaşırtıcı bir şekilde Burger Kinglerin cheesecakeleri de tuhaf bir şekilde fena değil. Kahvecilerden Starbucks yerine Gloria Jeans veya Robert's Coffee'nin cheesecakelerini tavsiye ederim.

Umarım bir gün Cheesecake Factory Türkiyede de açılır. Olmaz demeyelim, bir zamanlar Starbucks da hayal iken şimdi herkesin hayatının bir parçası halinde.

Bir de her tatlı gibi cheesecakein de Dr. Oetker versiyonu var. Henüz alıp denemedim ama eğer güzel yapılıyorsa obez olmamam elde değil.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Gönderen Özge zaman: 22:23 0 yorum
çalışana verilen değer bazen verilen paradan bile daha mutlu edici oluyor..
ikisi birlikte olunca da tadından yenmiyor tabi..
her gün bir kez daha hergüner bilgen özekenin farkını görüp kafamı taşlara vursam yine de yetmez sanırım :)

çalışmaya başladığım ilk gün eve döndüğümdeki mutluluğu hatırlıyorum,
masam, insanların tavırları, öğretme istekleri falan..

bugün kendimi biraz uzaylı gibi hissettim,
geçer elbette :)

29 Ocak 2010 Cuma

it's complicated

Gönderen Özge zaman: 13:08 0 yorum
it's complicated!

ilk duyduğumda bu ne böyle facebook statusu gibi bir film ismi demiştim, izlemesek de olurdu o an benim için.

başrollerinde yaşlıların olduğu bir romantik komedi filmi, eh hadi izleyelim madem modunda kabul ettim.

meğer ne güzel bir filmmiş,
özellikle görsel açıdan tüm kadınları hayran bırakacağına eminim..
bir süre sonra filmdeki ilişkileri, olayları izlerken bir yandan da ev ne kadar güzelmiş, keşke benim de böyle bir mutfağım olsa, allahım kadının kendi serası bile var, aslında bir restoran açmak ne kadar zor olabilir ki gibi düşünceler içinde boğulurken buluyorsunuz kendinizi.

isimler komik evet, jane (Meryl Streep), jake (Alec Baldwin) ve komik olmayan isimli adam (Steve Martin). tam da en uygun kişileri seçmişler sanırım rollere..

ve tabiki filmdeki benim adamım harley, John Krasinski.. en güzel rolü kapmış kerata..

filmdeki görsel güzelliğe ve imrendiren öğelere dahil bir kaç fotoğraf eklemek istiyorum,
aklıma geldikçe izlemek yerine bakayım, imrenmeye devam edeyim diye :))

evin mutfağı



jane'in cafesi..


evin serası! evet evet evin!


girişteki salıncak!


bunlar da birkaç sahnedeki sevimli anlar


22 Ocak 2010 Cuma

dikişsiz perde

Gönderen Özge zaman: 14:47 1 yorum
İkea evimizin herşeyi..

Geçen hafta aldığımız kumaşlarla mutfağa küçük küçük perdeler yaptım,
bence çok da tatlı oldular.

Dikiş dikmeyi de pek beceremediğim için ütü ile yapışan malzemeden kullandım, bunu da ikeadan bulabilirsiniz. :)

Tek zor yanı kumaş perdelik kumaş olmadığı için önlü arkalı çift kat yaparken deseni eşit tutturmak, yoksa arkadan gelen ışıkla desenler farklı farklı yerlerde görünüp gözünüzü rahatsız edebilir.

Benim işim kolaydı çünkü düz çizgili bir kumaş aldık,
biraz da ölçüp biçerek bu hale geldiler. :)




20 Ocak 2010 Çarşamba

duvar stickerı

Gönderen Özge zaman: 11:05 0 yorum
Dekorasyon dekorasyon,
küçüklükten beri en sevdiğim şeylerden biri..
Tabi o zamanlar sevdiğim şeyin ne olduğunu bilmeden "anneanne bu koltuğu da şuraya koyalım, buraya da şöyle bir perde asalım daha güzel olmaz mı" cümleleri eşliğinde büyük bir heyecandı.

Sonraları hep burçlarla ilgili yazılarda gördüm, aslan burcu için evi çok önemlidir, özellikle salon, hep en güzeli olmasını ister.. "Aa ben de böyleyim"li cümleler kurarak eşlik ederdim.

Şimdi anladık ki tam bir dekorasyon bağımlısıyım.

Peki bu bir işime yarıyor mu? Genel olarak hayır. Biraz da pahalı bir zevk olmasından kaynaklanıyor olabilir, hiç birini ha deyince yapamıyorsun, sabır, emek ve beklemek de beklemek gerektiriyor.

Bir şey için planlar kurarken daha güzel şeyler çıkıyor, hadii daha birini gerçekleştiremeden diğer yöne kayıp o yönde bütünlemeye çalışıyorsun.
Oysa gelse ikea, sınırsız alışveriş yapma imkanın var, istediğin evi istediğin şekilde daya döşe dese önce bir sevinçten bayılırım heralde, ardından da dünyanın en mutlu insanı olarak işe koyulurum..

İşte o zaman anlarım sevgilinin işyerindeki heyecanını ve bizi bile unutmasını çünkü ben de onu unuturum koltukları yerleştirirken.

Bu haftasonu yeni evimize taşınmadan önce -ki bu bir sene önce oluyor- aldığımız duvar stickerını uygulayabildik. Daha farklı bir yere daha farklı bir görünümde uygulamayı düşünüyordum o zamanlar ama şimdilik bazı şeyleri değiştiremediğimiz için böyle yaptık,
ah bir iş bulabilsem..

kapının hemen sağ tarafında mutfağa giriş bölümündeki duvar burası..


kalan parçalar olan iki horozu buna uygun görmedik,
onları da mutfağın çıkış kısmına yapıştırdık..


şimdilik stickerlarımız bu kadar,
ama yapıştırması ve sonraki sonuçla eğlenme kısmı zevkliymiş,
devamı gelebilir..

16 Ocak 2010 Cumartesi

diziler ve adamları

Gönderen Özge zaman: 10:25 0 yorum
Diziler diziler,
yerlileri ne kadar sevmiyorsam yabancılardan bazılarına da bir o kadar bayılıyorum..
Dizi karakterleri de ayrı bir konu tabi..

Yaşa maşa bakmıyor, cinsiyete hiç bakmıyor..
Ben ne kadar 25 yaşında bir dişi olarak ekrana hayran hayran bakabiliyorsam,sevgili de bir o kadar 30 yaşındaki erkek haline bakmadan aynı şekilde hayranlığına dur diyemiyor.

Erkeklerin açısından pek bilemesem de biz kızlar ergenlik dönemi Dawson's Creek sonrası büyümüş de küçülmüş olma dönemlerinde Friends ile Ross a aşık olduk,
Rachel'a olan sevgisi, o şaşkın yüz ifadesiyle..

Lost, Heroes, 24, Prison break derken hepsi bitti ve Grey's Anatomy deki Derek'in bakışlarıyla ekran karşısında erirken Gregory House ile tanıştım.
O ne kadar aksiyse ben o kadar zekasına hayran kaldım, o ne kadar Cuddy i sevse de ben yaşıma başıma bakmadan tvdeki bir karaktere o kadar aşık oldum..

Derken Mad Men Mad Men dediler, ona başladım, hayatım şaştı.

Nasıl bir kişiliktir Don Draper, hiç konuşmaz, bir bakışı yeter..
Etrafında yığınla insan varken yapayalnızdır, cool dur, bildiğin arızalıdır.. Ve tüm bu arızalı, sorunlu hallerini bile bile ona da hayran kaldım..

Her ne kadar ekranda gördüğün, gerçek olmadığını bildiğin bir şeyler oluyorsa da insana kendi hayatındaki davranışlarını sorgulatabiliyor bazı diziler..

Mad Men ile ben sorunlu yapıdaki erkeklere aşık olma eğilimimi bir kez daha gözden geçirip garantiledim..
Etrafta yığınla normal erkek dururken bazıları benim gibi gidip yalnızlığı seven, kendinden başkasına katlanamayan erkeklere değer veriyoruz.

Ve ben tuhaf bir biçimde durumdan hiç şikayetçi değilim,
aksine bu özelliğimle kendimi daha bile çok sevebiliyorum,
zoru başarmışçasına tuhaf bir duygu ile..

Ben henüz üç sezonu da bitiremedim Mad Men'de, üçüncü sezonun ortasındayım..
Aşağıdaki yazı ikinci sezonun sonunda Donald Draper'ın eşine yazdığı bir mektup.
Böylesine bencil bir erkek, daha güzel ifade edemezdi sanırım kendini..
İzlerken ağlamadım desem yalan.

"I'm sitting in the Roosevelt looking
at the backs of Bobby and Sally's heads as they watch TV.

I'm not letting them
change the channel because watching the news
makes me sick and they can see it.

I think about you and how I behaved and my regret
I know it's my fault you are not here right now.

I understand why you feel it's better to go on without me,
and I know that you won't be alone for very long,

but, without you,

I'll be alone forever."

mad men gerçekten güzel bir dizi,
yalnız izlemesi zor olsa da..

fizy.com/s/167vv2

12 Ocak 2010 Salı

pancake ve hayaller..

Gönderen Özge zaman: 15:18 0 yorum
hava ne güzel,
uzun yürüyüş yaptık duckla,
böyle bahar temizliği yapsa biri eve gelip,
ben de duş alsam,
kuaföre gidip saçlarımı boyatıp kestirsem,
sonra vespama atlayıp sahile gitsem arkadaşlarımla buluşsam,
yeni kıyafetler alsam..
sevgili köpeğimiz duckı alıp gezdirse,takılsalar birlikte bir yerlerde :)
ya da o da arkadaşlarıyla buluşsun..takılsın işte :)
akşamüstü eve dönüp birlikte güzel bir yemek yesek..
sonra belki caddede arkadaşlarımızla buluşuruz..

yeni aldığım topuklu ayakkabıları giyip yeni çantamı da koluma takarım :)

ya da sadece böyle mumları yakıp, bahçedeki salıncağımızda oturup, hafif de müzik açıp keyif yaparız kendi halimizde,
duck da çimenlerde yuvarlanır..

ben kitabımı okurum,
sevgili de bilgisayarında takılır ayaklarını uzatmış..

evdeki yardımcımız da içeceklerimizi getirir,
oh..


anyway..
güzel güne güzel kahvaltıyla başlanır dedik,
ekmeğin de kalmamasını fırsat bilip pankek yaptım ilk defa :)

güzel de oldu tadı,
kokusuna duck da dayanamadı tabi,
yedik birlikte..

kolaymış,
1 bardak un,
1 yumurta,
1 bardak süt
ve kabartma tozu,
ben azıcık da şeker koydum

yanında nutella ve peynir,
çayla birlikte..

oh mis.



 

Welcome Copyright © 2010 Design by Ipietoon Blogger Template Graphic from Enakei